Eva Aksoy; o, dağarcığı doğru net tartışmasız bilgilerle dolu, bir farklı
insan ya da olması gereken gibi bir insan ve "Hayvan korumacı" tanımına dört
dörtlük yakışan güzel cesur bir yürek. Mesafeli görünüşü altında sımsıcak,
canlara adanmış bir yaşamı var Eva Aksoy´un. Rahatlıkla hayvan sorunları ile
ilgili fikirlerimin bu kadar birebir örtüştüğü az kişilerden birisidir o
diyebilirim. Sorularıma öylesine özel, doyurucu yanıtlar vermiş ki onunla olan
sohbetimizi bir haftaya sığdıramadım. Lütfen her satırını dikkatle okuyun.
Eminim öğrenecek çok şeyiniz olacaktır kendisinden, hatta bugüne kadarki
öngörüleriniz değişecektir.
Eva Hanım, öncelikle sizi tanımak isteriz. Bize kısaca kendinizden
bahseder misiniz?
- 1977'de geçici olarak bulunduğum yurtdışından İstanbul´a döndüğümde
insanların hayvanları nasıl daha da dışlamaya, eziyet etmeye başladıklarını
gördüm. Onlardan barındırabildiğim kadarını evime aldım. O yıllarda yeni doğmuş
kızım da bakıma muhtaçtı. Sonuçta bakıma muhtaç sayısı artınca ne 20 yıllık
müzik serüvenimi sürdürmeye, ne de diğer uğraşlarıma ayıracak zaman kaldı. Doğal
olarak hayat tarzım o tarihlerden sonra tamamen değişti.
Hiçbir meslek ya da uğraşın, bir canlının hayatını korumak kadar yararlı ve
yapıcı olduğunu sanmıyorum. Böyle bir yaşam tarzı seçtiğinizde birçok
uğraşınızdan vazgeçmek zorunda kalıyorsunuz. Ama ben halimden memnunum.
Beslediğiniz evciliniz var mı? Bilgi verir misiniz?
- Karşıma çıkan, bana muhtaç olduğunu gördüğüm hayvanları tür ayırmadan,
doğal ömürlerinin sonuna kadar yaşatmaya çalışırım. Sorumlulukları bana
aittir. Sadece evcil değil, birçok yabanî hayvanı da yaşama döndürmeyi başardım.
Bunları geçici bir hevesle yapmıyorum, tek amacım yaşamalarını sağlayabilmek.
Evime ayak basmış hiçbir hayvanı bir başkasına güvenip emanet etmem, vermem.
Evimdeki hayvanlar, kimsenin acılarını önemsemediği, öncelik vermediği, tek
başlarına hayatlarını sürdüremeyecek olan hayvanlardır. Yardım ettiklerim
kimsenin ilgilenmediği, albenisi olmayan sıradan hayvanlardır. Herkesin üşümez,
acıkmaz, her şarta dayanır sandığı veya öleceğine mutlak gözüyle baktıklarıdır.
Benim için hayvanseverin yaptığı ayrımcılık, belki de farkında olmadan, sarı ırk
ıslakta kalabilir, siyah ırk üşümez, beyazlar narindir şeklinde keskin bir
reddediştir. Bu yaklaşımı kabul etmem mümkün değil.
Hayvan sevgisiyle ne zaman tanıştınız. Size kim aşıladı?
- Herhangi bir şeye duyarlı olabilmek ve sevebilmek için önce onu fark etmek,
fark edebilmek içinse uygun ortamda bulunmak gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda
doğaya ve hayvanlara karşı hatırladığım en eski çocukluk anılarımda hep
hayvanlar ve bitkiler var.
Sesine hayran olduğum kurbağaları başarısız besleme girişimim, kurumuş çiçek
ameliyatlarım, mısır koçanlarındaki püsküllerin renk farkını çözmek için bütün
mısırların kabuklarını soymam benim erken çocukluk oyunlarımdı. Bulduğum hasta
kedileri iyileştirmesi için babaanneme verir, köpeğiyle oynardım. Bahçıvanın
tavukların yumurtalarını çaldığını düşünür, bahçıvandan önce bahçeye inip kümese
girer, yumurtaları köşe bucağa saklardım. En önemli işlerim bunlardı, bu
konularda çok ciddiydim. Kentli bir çocuk olmama rağmen yedi yaşıma geldiğimde
çevremde bulunan kuşlar dahil bütün hayvanları tanır, bütün sebzelerin nasıl
geliştiğini, çiçeklerini bilirdim. Bugünün kentli çocukları ise patlıcanın nasıl
bir bitkide yetiştiğini, bir köpeğin ellerinin nasıl bir şey olduğunu çoğu zaman
bilmiyor. Yaşamak için suya, beslenmeye ihtiyacı olduğunu ise hiç
düşünemiyorlar. . Doğadan koparılmış durumdalar.
Yaşam serüvenini bilmeden, kendilerine empoze edilmiş kalıpları kabullenip ya
da ezberleyip, giderek her şeye karşı yabancılaşıyorlar.
Hayvan sevginiz nedeniyle çevrenizden olumlu veya olumsuz tepki
alıyor musunuz?
- Hayvana odaklanmış bir hayat çoğu kişiyi rahatsız ediyor. Farklılığı
kabullenemiyorlar, çünkü kendi farklılıkları ortaya çıkmış oluyor. Kızımla
beraber akıl almaz tepkiler aldık, ölümle tehdit edildik, üzerimize ateş edildi,
taş atıldı, şişeler fırlatıldı, hakaretler edildi, evimiz gözetlendi. Dışardaki
hayvanları beslediğimizde karanlıkta pusu kurulup saldırıldı, hakkımızda sayısız
şikayetler yapıldı, iftiralar atıldı.
Ama ben hiç taviz vermeden çizgimi
korudum, yaptığım hiçbir şeyden, hiçbir hayvandan vazgeçmedim. Dostlar ve ailem
ise, sevgi ve sorumluluğun ölçülebilmesi imkansızken, bunun için ölçüler
belirlemeye, önermeye çalıştılar. Beni tarzımdan vazgeçiremeyince uğraşmaktan
usandılar. Bana göre sevgi kişiye özel bir duygu, sorumluluk ise bir yaşam tarzıdır, ya
vardır ya da yoktur.
Hayvan hakları ile ilgili herhangi bir oluşuma, derneğe üye
misiniz?
- 80li yılların sonlarında, İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan´ın son
dönemiydi. Ortalara silahlı, azgın adamlar salınmış, bahçelerinde zincirlere
bağlı tutulan köpekler bile vurulur ve zehirlenir olmuştu. Evlere giriliyor,
içerden köpekler alınıp götürülüyordu. Zamanın hayvanseveri ezilmiş,
belediyelere gözyaşları içinde yalvarır hale gelmişti. Halbuki hayvanseverlerin
dışında birçok sanatçı bu öldürmeleri tasvip etmiyor, ama ses de
vermiyorlardı.
Farklı bir tepki oluşturmak üzere hayvan öldürmelerin protestosu amacıyla
Türkiye´de bir ilk olarak karma resim sergisi, öldürülenler anısına arp resitali
ve kuduz konulu bir panel düzenledim. Açılışa gelen o zamana kadar tanımadığım
birçok hayvansever, daha sonraki toplantılarımızda beni dernek kurmaya ikna
ettiler ve 1988 yılında Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği'ni
kurduk.
Derneğimiz ilk 10 yılında düzenlediği çok sayıda konferans, açık oturum,
belgesel gösterimi, av yasasının ihlalleriyle ilgili davalar, hayvan
sorunlarıyla ilgili olarak avcılık, hayvan deneyleri, mezbahalar, belediyelerin
gaddar icraatları ve bir hayvan koruma yasasının önemi hakkında çalışmalar
yaparak bilinç oluşmasına katkıda bulunmuştur. Ancak günümüzde bu sorunların
sadece görünümünün yapay olarak değiştirildiğini, özde ise hiçbir şeyin
değişmediğini üzüntüyle izliyorum.
Hatta birçok yeni hayvanseverin dar açılı, hayvandan ziyade kendini kollayan
düşünce tarzıyla, bilinçsiz bir şekilde hayvanların zararına, insanların,
özellikle de kendilerinin yararına girişimlerde bulunduğunu görüyor, hayvanların
kurtuluşu adına umudumu giderek kaybediyorum. Bunun son acılı örneklerinden
biri, bir hayvansever tarafından Çevre Bakanlığı'na yazılmış, Kemerburgaz´daki
pittbul barındıran döğüşçünün köpeklerinin öldürülmelerini Çevre Bakanlığı´ndan
talep eden başvurudur. Döğüşçü ölmelerine sebepse, hayvansever de aynı çizgide
kalmış olmuyor mu? Bu davranışlar karşısında isyan etmemek elde değil.
Görevimizin yaşatmak olduğu çoktan unutulmuş.
Acaba bu kişiler hayvan sevmezin koyduğu kurallara uyarak yetkililere
yaklaşmak mı isterler, beklentileri nedir diye sormak akla geliyor.
Türkiye´de hayvan haklarının korunmasında kamu kurumları, yerel
yönetimler yeterince duyarlı mı?
- İnsan icadı olan bu soyut hak kavramını insanlar hemcinslerine karşı ne
kadar uyguluyorlar diye sormak isterim.Toplumu oluşturan insanlar. Kamu kurumlarında, yerel yönetimlerin bünyesinde
de aynı toplumun insanları var. Özellikle yerel yönetimlerin hayvan haklarının
korunması çabası, oy verenden beklentisinin önüne hiçbir zaman geçmemiştir,
geçemez de. Sürdürülen sadece bir aldatmacadır. Hakların korunabilmesi için
bence, toplumun düşünce yapısının kökten değişmesi gerekiyor.
Basında hayvanlarla ilgili konulara yeterince yer veriliyor
mu?
- Basının genel tavrı, yayınlanacak konu sıkıntısı olan bir günde elinde
hayvanlarla ilgili bir haber varsa onu baskıya verip boşluğu doldurmaktan
yanadır. Bunun dışında sadece sansasyon yaratan, magazin değeri olan haberleri
yayınlarlar. Genel olarak gazeteciden, toplumdan farklı bir duyarlılık
bekleyemeyiz. Kaldı ki bazı yetkili birim ve kişileri rencide edecek haberlerin
özellikle yayınlanmadığını biliyorum.
Sayın Aksoy, Sokak hayvanları ile
ilgili genel düşünceniz nedir? Onlarla
bire bir ilgileniyor musunuz?
-Çok zor durumdalar. Sürekli
kovalanıyorlar, aç susuz kalıyorlar, taşlanıyorlar, öldürülüyorlar. Hayvan
sever kişi ve kuruluşların baskısıyla belediyeler onları ölümüne yakalıyor,
yakalama ve ameliyat işleminden sağ çıkanları ise genelde alışık oldukları
kendi sokaklarına değil, farklı uzak muhitlere, çokça da ormanlara
terk ediyorlar. Aynı uygulamayı bir zamanların epey popüler bir derneği
de yapardı. Sokaklardaki hayvanlarımıza bu kötü kaderi ya da sonu hazırlayan, bu
uygulamayı teşvik eden hayvan severler hayvanlara çektirilen
eziyetlerden, ölümlerinden sorumludurlar.Bu zamanda
hayvan severin yapacağı tek şey, mümkün olduğunca çok hayvanı
evine, bahçesine alıp belediye tarafından yakalanmalarını önlemektir. Moda
tabiriyle bu istifçilik filan değil, yaşatmanın
zorunluluğudur. Geçici barınaklara giderek belediyelere
destekçi olmak, oralardan sahiplendirmelere çalışmak iş
değildir. Hayvanların sokaktan doğrudan evlere alınmaları gerekir. Her hayvan
severim diyenin belediyelerden önce davranması şarttır. Ancak hayvan
kurtarıyoruz diyerek gereksiz ve zamansız müdahaleleri, olur olmaz yerlerde uzman
olmayanlara yaptırmalarının sonucu çoğu zaman ölümle
sonlanıyor.Yeterli bilgi, geniş açılı bir bakış sahibi olmayanların
hayvanlardan uzak durmalarında yarar var. Kendi çevremde
barınacak yeri, hamisi olmayan hayvanlara yıllardan beri tüm saldırılara göğüs gererek her gün muntazaman
olarak yemek dağıtır, şimdi ise dağıttırırım. Bir gece yemek dağıtımına kızımla
birlikte çıktığımızda tenha arazide saldırıya uğradık. O
zamandan sonra yemek dağıtımını hiç aksatmadan başka birine
yaptırıyorum. Yıllar önce civar ormanlarına da beslemeye
gider, vurulanları tedaviye götürürdüm. Şimdiyse evdeki nüfus
yoğunluğundan ötürü ormanlara gidecek zamanım ve gücüm kalmadı.
Türkiye’deki hayvan geçici bakımevleri
hakkında fikriniz var mı? Hiç ziyaret ettiniz mi?
-Bu yerlere bakımevi değil temerküz/ölüm kampı demek
daha doğru olur.Oradaki elemanların gaddarlığını, veterinerlerinin
yetersizliğini, aldırmazlığını, hayvanlara çektirilen eziyeti biliyorum. Ameliyat
sonrası anasteziden henüz çıkmamış hayvanların buz gibi havada
ıslak fayansların üzerine üst üste
atılmalarını, aynı koğuşta yaşayanların dehşetli bakışlarla dikişleri açılmış kanlar içindeki ölü arkadaşlarını
izlemelerini, korkudan köşelere sinip kımıltısız dönüp
kalanları..Hayatını sürdürebilecekken vakitsiz ölenleri, öldürülenleri,
ameliyat edilmemesi gereken hasta ve yaşlıların ameliyata alınmalarını.. ve
uyardığımız veterinerlerin yerlerinden kımıldamamalarını..ve daha birçok şeyi gördüm. Buraları
hayvan sever destekli ölüm kamplarıdır. Bu uygulamayla yapılan
bir kırımdır. Destekçileri ise egoları baskın hayvan
severlerdir. çok acı..Tabii bu gibi yerlerde çalışmakta olan
veterinerlerin de hayvana karşı sorumluluğunu göz ardı etmemek
gerekir. Yetersiz şartlarda hayvanlara müdahalelerde bulunmaları hekimlik
etiğine aykırıdır..Ama amaç hayvanları yaşatmak olmadığından
meslek kuruluşlarının duruma müdahalesini de elbet hiç görmedik,
duymadık, ummuyoruz..
Hayvan Hakları Koruma Yasası
hakkındaki görüşünüz?
-1987 yılında derneğimizin kuruluşu henüz gerçekleşmeden
yapılan toplantılarımızda Dr. İsmet Sungurbey’e bir hayvan
koruma yasasının gerekliliğini anlattım ve katkısını rica ettim. Ama gelişmeler
umduğumuz gibi olmadı. Ve bugünkü hayvan koruma yasasını incelediğimde
satır aralarına hayvanları ölüme götürmeye olanak
sağlayan birçok maddenin kurnazca gizlendiğini, hayvanların ve
hayvan severin tuzağa düşürüldüğünü görüyorum ve bu aleyhteki durumu öngörmediğim,
yıllarca bir koruma yasasının gerekliliğini savunduğum için pişmanlık
duyuyorum. Toplum henüz koruma kavramına yabancı.
Türkiye gibi insan haklarının sıkça ihlal edildiği bir ülkede hayvan haklarının savunulmasının önemi nedir?
-Tüm hak ihlalleri insanlar tarafından
yapılmakta. Bu yüzden yeryüzünde birkaç yüzyıl sonra hala
hakları korunacak birkaç hayvan kalması ihtimalini göz önünde bulundurup,
bıkmadan hak kavramının tek taraflı çalıştırılamayacağını işlemeye devam
etmemiz lazım. Tabii insandaki düşünce yapısının değişmesi şartıyla hak
kavramı da geliştirilebilecek.
Basında çokça karşımıza çıkan bazı köşe yazarlarının, yayın yönetmenlerinin, iş
adamlarının, ‘‘ben avlanırken’’ diye başlayan avlanma
anılarını okuyoruz. Filanca hayvanı nasıl vurduğunu ballandırarak anlatmalarını
ve vurduğu hayvanın üzerinde böbürlenerek çektirdiği hatıra fotoğraflarını görüyoruz. Siz bir dernek başkanı ve gerçek bir hayvan hakları savunucusu olarak bu konuyla ilgili ne söylemek istersiniz?
-İnsanlığın bugün vardığı yerde birkaç kabile dışında
beslenme amacıyla avlanma ihtiyacı çoktan ortadan kalkmıştır.Maddi durumu
en iyi olandan en fakir olana kadar tüm avlananlar, hayvan öldürerek kişilik
sorunlarını kendilerine karşı örtmeye çalışıyorlar. çevrelerine karşı
güçlü görünme çabası içindeler. Avcılar
rahatsız kişilerdir.Avcılık ve avlanma çok geniş işlenmesi gereken bir konu
olduğundan şimdilik bu kadarla yetinmek istedim. Avlanmak cinayet, avcı
katildir.
Sirkler, hayvanat bahçeleri, et endüstrisi, sokak hayvanlarına yönelik şiddet... Türkiye’de hayvanlara uygulanan şiddetle ilgili bilgiler yeterince gerekli
yerlere ulaştırılabiliyor mu?
-Sirklerde eğitim adına hayvanlara çektirilen
eziyetleri onaylamak mümkün değil. Ama günümüzde gelişen
teknolojik olanaklar sayesinde sirkler işlevlerini kaybetmeye mahkumdur.
Hayvanat bahçeleri seyirlik birer vitrin gibi ele alınmadığında,
doğal ortamında yaşaması veya oraya geri dönmesi mümkün olmayan
hayvanlar ve doğal ortamı tahrip edilmiş hayvanlar için soylarını sürdürebilmelerini
sağlayan gerçek sığınaklar olabilirler. Doğal alanların yapay
modellerinin aynen uygulanması şartıyla.. Ama o bahçede soy
geliştirme amacı güdülüyorsa, hastalar ve yaşlılar göz önünden kaldırılıp öldürülüyorsa, hayvanlar
deneyimsiz ve cahil elemanlara muhtaç ediliyorlarsa, uygunsuz yerlere
dolduruluyorlarsa o bahçelerin kapatılmasını, o yerde yaşamaya
alışmış hayvanları düşünerek yine de öneremiyorum,
ancak şartların düzeltilmesini isterim..
Doğadan sırf
teşhir için hayvan yakalanıp hayvanat bahçelerine
kapatılmasına karşıyım. Kısaca mevcutlar ve bahçede doğanlar iyi
şartlarda korunsun, yeni hayvanlar alınmasın. İstanbul’da 3. köprü inşaatı için ormanlar
kesiliyor. Orda yaşamakta olan hayvanların gidecek yerleri yok. Ya otoyolda
ezilerek veya açlıktan ölecekler. Bu gibi durumlarda
kesinlikle ava kapalı koruma alanları oluşturulması lazım. İnsanların uğradığı
şiddet, gereken tepkiyi göremediği, kanıksandığı sürece ,
hayvanlara karşı uygulanan şiddet de gerekli tepkiyi görmeyecek..Hemcinsine
karşı zorbalık, şiddet ve korkutarak isteklerini elde etmeye alışmış bir toplum
hayvana karşı duyarlı olamaz.
Hayvana uygulanan şiddetin, kadın ve çocuğa uygulanan şiddette etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
-Bunu düşünmüyorum. Şiddet göstermek
edinilmiş bir alışkanlıktır, her şeyi kapsar. Hayvana uygulanan şiddet genelde çocuğun yaşadığı çevrenin de
teşvikiyle ya da göz yummasıyla bir pratik olarak görülmekte. Babasını
şiddet uygularken gören, annesinin kavgasına tanıklık
eden bir çocuk bunları taklit etmeye başlar. Bir çocuğun yakın çevresi bunu
bilse de nihayet hayvandır, çocuğumdan kıymetli mi der geçer..Giderek çocukta bir
davranış modeli olarak şiddet yerleşir.Şiddete meyli olanlar hayatlarının her
aşamasında her şeye karşı bu davranışlarını sürdürürler.
Kişinin
kendinden farklı varlıklara karşı şiddet uygulamaktan çekinmediğini görüyoruz. örn. karşıyı daha
iyi görebilmek için hunharca budanan hatta kesilen ağaçlar, yemek için kesilen
hayvanlar, sözde tıbbın gelişmesi amacıyla acılarına aldırmadan
kullanılan hayvanlar..Ve bunları yapanlar belki yakın ilişkide olduğumuz
insanlar.. Bu yapılanların tamamı insanın diğer canlıları ötekileştirmesinin
sonucu. Ama ne yazık ki biz bunları yapanları hala ötekileştiremiyoruz.
Osmanlıda cellatların kimlikleri, yaptıkları işin korkunçluğu fark
edildiğinden mezarlarında bile meçhul bırakılırmış. Şimdi ise bu işleri
yapanlar açık alınla yanımızda bulunuyorlar, üstelik
yaptıklarını iftiharla savunarak...
Ece BİLGİN
Kaynak: Sakarya Gazetesi