Subscribe:

29 Ocak 2012 Pazar

'Flipper'ı mutlu zanneden bir nesildik (Öncel Öziçer)

Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp diye boşuna demiyorlar işte...
Bundan yaklaşık 10 sene önce, yunus gösterileri Türkiye'ye Antalya'dan ilk giriş yaptığı yıllarda, koşa koşa ve hevesle gidip o tecrübeyi yaşamıştım.
Çünkü 'Flipper'ı izleyerek büyüyen her çocuk gibi; benim de hayalim, günün birinde bir yunusun yüzgecine tutunup kendimi sulara koyvermekti.
O sırada aynı keyfi yunusun da aldığına hiç şüphemiz yoktu.
Mutlu olmasa ağzındaki o gülümser gibi kıvrım boşuna oluşur muydu hiç?

BENİ AFFETSİNLER! Yunuslar insanları mutlu etmek, onlara şaklabanlık yapıp eğlendirmek için varlardı ve bu yaptıkları soytarılıklardan da acayip zevk alıyorlardı.
Hem ne güzel, bedavadan karınları da doyuyordu işte.
O zamanlar bilmiyorduk ki bir yunusu ölü balık yemeye mahkum etmek, bir insana ceset yedirmekten farksızmış.
Cahillik işte... Kimse bize işin öteki yüzünü göstermemişti.
Gerçi o öteki ve acılı yüzü bilen de yoktu. Ne zaman ki, 'Flipper'ın eğitmeni ve dünyaya yunus gösterilerini musallat eden Ric O'Barry bizzat yaptığı işin vahşetine ayıldı ve kendine geldi; o zaman bizler de bir şeylerin ters gittiğini anladık.
Al işte ben! Yalnız yunuslarla yüzmek mi? Amerika'da az mı alkışladım Seaworld gösterilerini...
O koca koca yunusların, balinaların, el kadar havuzlara tıkılıp yapmaya zorlandıkları maskaralıklarda heyecandan çığlıklar atıp su tanklarının yanında boy boy pozlar vermiştim.
İki yunusun yüzgecine tutunmuş yüzerken çektirdiğim sırıtık fotoğraflarım banyomda asılıydı bir de. Hani hacet gidermeye giren herkes, ne halt yediğimi görsün diye!
Utanıyorum o günlerimden.
Affetsin o hayvancıklar beni.
Ama işte en azından gösteri yunuslarının nasıl bir işkence gördüklerini öğrendikten, hele de 'The Cove'u izledikten sonra o fotoğrafları duvardan indirdim ve yunuslarla gösteri yapılan yerlerin kapatılması için her fırsatta sesimi duyurmaya çalıştım.
Gel gör ki bazılarının cehaleti, vicdansızlığı o kadar kıvamlı ki; hiçbir protesto gösterisi, hiçbir belgesel, hiçbir uyarı, onların reyting kokusu aldıktan sonra akan salyalarını durdurmaya yetmiyor.

HAYVAN İŞKENCELERİ... 
Show TV geçen haftayı 'Okullar kapandı, çocuk izleyicileri ekrana çekelim de reytingimiz ballı kaymaklı olsun' deyip sabah saatlerini hayvan işkencelerine ayırdı.
Onlara kalsa yayınladıkları görüntüler aman da çok komikti, çok güldürükçüydü, çok eğlenceliydi.
Yine şuursuzca atılan isterik kahkahalar arasında sundular o içler acısı manzaraları...
Tüm dünya yunuslar için özgürlük kampanyaları başlatmış ama onların umru değil.
Cehalet, vicdan yoksunluğu ve hırs... Bu üçü bir araya geldiğinde Allah hepimizi üzerimize yağacak fenalıklardan korusun. Lütfen bu insanlar bizden uzak dursun...
Diyeceğim ama, tabii boşuna!

Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/ozicer/2012/01/29/flipperi-mutlu-zanneden-bir-nesildik

Hayvansız Şehir Çöldür! (Cem Dizdar)



Şehirleri hayvanlardan arındırmanın en tehlikeli yanı, çocukların onlarla ilişki kurmasını engellemek.

İnsanın siyasal ve sosyal yaşamına damgasını vuran 'kayıtsız'lık onu dahil olduğu her şeye yabancılaştırırken, bir süre sonra kendi dışında kalanları 'işine yarayan/ yaramayan' olarak tasnif etmesine yol açar. Böylece en insani yanını, 'hüsnüniyetini' de kaybeder farkında olmaksızın... İnsandaki bu 'hüsnüniyet' yitiminden -elbette olumsuz anlamda- nasibini alanların başında 'kent hayvanları' gelir. Sık sık gelen haberlerden öğreniriz ki, onlarca kedi köpek 'insana zararlı olduğu' inancıyla öldürülüp çöplüklere atılmıştır.
CHP milletvekili Bayram Meral’in yürüyüş sırasında 'örgütlü köpeklerin' saldırısına uğramasının ardından yazılan köşe yazılarından öğrendik ki, bir çok insan benzer saldırılara uğramıştı. Peki ama, köpekler neden bu hale geliyor, hiç düşündük mü?

Ya hayvan hakları?
Modern kentler 'insan konforu' dışındaki her şeyi ihmal edecek şekilde tasarlanıyor. İnsanın işine yaramayan ya da ona zarar verdiğine 'inanılan' hiçbir şeyin kentte yeri yok.

Batı ülkelerine gidenlerden sık sık duyarız sokaklarda başı boş hayvanların dolaşmadığını. Bu bir gelişmişlik göstergesi olarak anlatılır. Ama aynı insanlardan batıda 'bireyin insan yanına dair ciddi sorunlar' olduğunu da işitiriz. Bu nedenle son olarak en modern bildiğimiz toplumlardan İsviçre'deki 'minare yasağı' kararı, kendi gibi düşünmeyen 'öteki'ne karşı insan duyarlığının geldiği yeri göstermesi açısından ibret vericidir. Bu mesele hayvan haklarıyla karşılaştırılamaz gibi görünse de hiç öyle değildir. Hayvan hakları meselesi çocuk, kadın, eşcinsel, yaşlı, emekçi yani bir biçimde hakkı yenen tüm insanların meselesinin ayrılmaz bir parçasıdır.


Sürgün köpek nasıl davranır?
Kentlerin dışına sürülen köpekler hayatta kalmak için haliyle eskiye, en eskiye ait iç seslerine kulak verip kurt olan ataları gibi örgütlenmek zorundadırlar. Ortak avlanmak, sürünün dayanışma duygusundan yararlanmak gibi gayet anlaşılır 'hayvani davranışlar' sergileyeceklerdir ister istemez. İtlafa karşı bir başka 'hayvani direniş' noktaları da nesillerini korumak için hızla üremek olacaktır.


Hayvan görmeden büyüyen çocuklar
Şehirleri hayvanlardan arındırmanın en tehlikeli yanlarından biri de, çocuklarımızın insan dışında hiçbir varlıkla ilişki kuramaz hale gelmesi sorunudur. İnek, eşek, kelebek, kedi/köpek görmeden büyümek zorunda kalan çocuk, ileride kendine benzemeyen bir şeyle karşılaştığında, uzaylı saldırısı karşısında korunma refleksiyle davranacaktır; "Benden değilsen hiçbir şeysin..."

Oysa...

Mahallemizde bir kuytuyu, bir saçak altını kendine yuva bellemiş köpeği/kediyi besleyerek ve mümkünse onu aşılatıp insanlara zarar vermeyecek hale getirerek hayatımızı daha pırıltılı hale getirebiliriz.
Kendi dışımızda, bize hiç benzemeyen bir varlığa göstereceğimiz hüsnüniyet genel olarak tüm hayatımızda ışıldayan birine dönüşmemizin ilk adımı olabilir pekala. Bu aynı zamanda, örneğin köpeklerin sürüler oluşturarak insanlara saldırmasının da önlemidir.

Unutmamak gerekir ki, doğayla girdiği mücadelede insan ne kadar 'zararlı bir varlığa' dönüşürse, kendi de o kadar zarar görür. 'Kene ısırığı' sonucu ölümlerin 'kuş gribi' sürecinde yok edilen milyonlarca kanatlının gazabı olarak gezegene dönmesi gibi... Ya da endüstriyel et tüketimini daha kârlı hale getirmek için ineklere, kendi bedenlerinin artıklarını yem olarak yedirip onları birer 'deli dana'ya döndürerek insanların ölümüne neden olmak gibi...

Oysa biliriz ki, hayvan, insanın mutluluğudur, neşesidir. İnsan kalbini yumuşatır, onu anlayışlı biri olmaya hazırlar. Hayvanla kurulan ilişki, insanın insan yanını cilalar, parlatır.

Kaynak: http://cadde.milliyet.com.tr/2012/01/29/YazarDetay/1170196/HAYVANSIZ_SEHiR_COLDUR_