Subscribe:

5 Mart 2012 Pazartesi

Röportaj: Hayvan Hakları Aktivisti Eva Aksoy


Eva Aksoy; o, dağarcığı doğru net tartışmasız bilgilerle dolu, bir farklı insan ya da olması gereken gibi bir insan ve "Hayvan korumacı" tanımına dört dörtlük yakışan güzel cesur bir yürek. Mesafeli görünüşü altında sımsıcak, canlara adanmış bir yaşamı var Eva Aksoy´un. Rahatlıkla hayvan sorunları ile ilgili fikirlerimin bu kadar birebir örtüştüğü az kişilerden birisidir o diyebilirim. Sorularıma öylesine özel, doyurucu yanıtlar vermiş ki onunla olan sohbetimizi bir haftaya sığdıramadım. Lütfen her satırını dikkatle okuyun. Eminim öğrenecek çok şeyiniz olacaktır kendisinden, hatta bugüne kadarki öngörüleriniz değişecektir.



Eva Hanım, öncelikle sizi tanımak isteriz. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
- 1977'de geçici olarak bulunduğum yurtdışından İstanbul´a döndüğümde insanların hayvanları nasıl daha da dışlamaya, eziyet etmeye başladıklarını gördüm. Onlardan barındırabildiğim kadarını evime aldım. O yıllarda yeni doğmuş kızım da bakıma muhtaçtı. Sonuçta bakıma muhtaç sayısı artınca ne 20 yıllık müzik serüvenimi sürdürmeye, ne de diğer uğraşlarıma ayıracak zaman kaldı. Doğal olarak hayat tarzım o tarihlerden sonra tamamen değişti.
Hiçbir meslek ya da uğraşın, bir canlının hayatını korumak kadar yararlı ve yapıcı olduğunu sanmıyorum. Böyle bir yaşam tarzı seçtiğinizde birçok uğraşınızdan vazgeçmek zorunda kalıyorsunuz. Ama ben halimden memnunum.

Beslediğiniz evciliniz var mı? Bilgi verir misiniz?
- Karşıma çıkan, bana muhtaç olduğunu gördüğüm hayvanları tür ayırmadan, doğal ömürlerinin sonuna kadar yaşatmaya çalışırım. Sorumlulukları bana aittir. Sadece evcil değil, birçok yabanî hayvanı da yaşama döndürmeyi başardım. Bunları geçici bir hevesle yapmıyorum, tek amacım yaşamalarını sağlayabilmek. Evime ayak basmış hiçbir hayvanı bir başkasına güvenip emanet etmem, vermem.

Evimdeki hayvanlar, kimsenin acılarını önemsemediği, öncelik vermediği, tek başlarına hayatlarını sürdüremeyecek olan hayvanlardır. Yardım ettiklerim kimsenin ilgilenmediği, albenisi olmayan sıradan hayvanlardır. Herkesin üşümez,  acıkmaz, her şarta dayanır sandığı veya öleceğine mutlak gözüyle baktıklarıdır. Benim için hayvanseverin yaptığı ayrımcılık, belki de farkında olmadan, sarı ırk ıslakta kalabilir, siyah ırk üşümez, beyazlar narindir şeklinde keskin bir reddediştir. Bu yaklaşımı kabul etmem mümkün değil.

Hayvan sevgisiyle ne zaman tanıştınız. Size kim aşıladı?
- Herhangi bir şeye duyarlı olabilmek ve sevebilmek için önce onu fark etmek, fark edebilmek içinse uygun ortamda bulunmak gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda doğaya ve hayvanlara karşı hatırladığım en eski çocukluk anılarımda hep hayvanlar ve bitkiler var.

Sesine hayran olduğum kurbağaları başarısız besleme girişimim, kurumuş çiçek ameliyatlarım, mısır koçanlarındaki püsküllerin renk farkını çözmek için bütün mısırların kabuklarını soymam benim erken çocukluk oyunlarımdı. Bulduğum hasta kedileri iyileştirmesi için babaanneme verir, köpeğiyle oynardım. Bahçıvanın tavukların yumurtalarını çaldığını düşünür, bahçıvandan önce bahçeye inip kümese girer, yumurtaları köşe bucağa saklardım. En önemli işlerim bunlardı, bu konularda çok ciddiydim. Kentli bir çocuk olmama rağmen yedi yaşıma geldiğimde çevremde bulunan kuşlar dahil bütün hayvanları tanır, bütün sebzelerin nasıl geliştiğini, çiçeklerini bilirdim. Bugünün kentli çocukları ise patlıcanın nasıl bir bitkide yetiştiğini, bir köpeğin ellerinin nasıl bir şey olduğunu çoğu zaman bilmiyor. Yaşamak için suya, beslenmeye ihtiyacı olduğunu ise hiç düşünemiyorlar. . Doğadan koparılmış durumdalar.
Yaşam serüvenini bilmeden, kendilerine empoze edilmiş kalıpları kabullenip ya da ezberleyip, giderek her şeye karşı yabancılaşıyorlar.

Hayvan sevginiz nedeniyle çevrenizden olumlu veya olumsuz tepki alıyor musunuz?
- Hayvana odaklanmış bir hayat çoğu kişiyi rahatsız ediyor. Farklılığı kabullenemiyorlar, çünkü kendi farklılıkları ortaya çıkmış oluyor. Kızımla beraber akıl almaz tepkiler aldık, ölümle tehdit edildik, üzerimize ateş edildi, taş atıldı, şişeler fırlatıldı, hakaretler edildi, evimiz gözetlendi. Dışardaki hayvanları beslediğimizde karanlıkta pusu kurulup saldırıldı, hakkımızda sayısız şikayetler yapıldı, iftiralar atıldı.

Ama ben hiç taviz vermeden çizgimi korudum, yaptığım hiçbir şeyden, hiçbir hayvandan vazgeçmedim. Dostlar ve ailem ise, sevgi ve sorumluluğun ölçülebilmesi imkansızken, bunun için ölçüler belirlemeye, önermeye çalıştılar. Beni tarzımdan vazgeçiremeyince uğraşmaktan usandılar. Bana göre sevgi kişiye özel bir duygu, sorumluluk ise bir yaşam tarzıdır, ya vardır ya da yoktur.

Hayvan hakları ile ilgili herhangi bir oluşuma, derneğe üye misiniz?
- 80li yılların sonlarında, İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan´ın son dönemiydi. Ortalara silahlı, azgın adamlar salınmış, bahçelerinde zincirlere bağlı tutulan köpekler bile vurulur ve zehirlenir olmuştu. Evlere giriliyor, içerden köpekler alınıp götürülüyordu. Zamanın hayvanseveri ezilmiş, belediyelere gözyaşları içinde yalvarır hale gelmişti. Halbuki hayvanseverlerin dışında birçok sanatçı bu öldürmeleri tasvip etmiyor, ama ses de vermiyorlardı.
Farklı bir tepki oluşturmak üzere hayvan öldürmelerin protestosu amacıyla Türkiye´de bir ilk olarak karma resim sergisi, öldürülenler anısına arp resitali ve kuduz konulu bir panel düzenledim. Açılışa gelen o zamana kadar tanımadığım birçok hayvansever, daha sonraki toplantılarımızda beni dernek kurmaya ikna ettiler ve 1988 yılında Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği'ni kurduk.

Derneğimiz ilk 10 yılında düzenlediği çok sayıda konferans, açık oturum, belgesel gösterimi, av yasasının ihlalleriyle ilgili davalar, hayvan sorunlarıyla ilgili olarak avcılık, hayvan deneyleri, mezbahalar, belediyelerin gaddar icraatları ve bir hayvan koruma yasasının önemi hakkında çalışmalar yaparak bilinç oluşmasına katkıda bulunmuştur. Ancak günümüzde bu sorunların sadece görünümünün yapay olarak değiştirildiğini, özde ise hiçbir şeyin değişmediğini üzüntüyle izliyorum.


Hatta birçok yeni hayvanseverin dar açılı, hayvandan ziyade kendini kollayan düşünce tarzıyla, bilinçsiz bir şekilde hayvanların zararına, insanların, özellikle de kendilerinin yararına girişimlerde bulunduğunu görüyor, hayvanların kurtuluşu adına umudumu giderek kaybediyorum. Bunun son acılı örneklerinden biri, bir hayvansever tarafından Çevre Bakanlığı'na yazılmış, Kemerburgaz´daki pittbul barındıran döğüşçünün köpeklerinin öldürülmelerini Çevre Bakanlığı´ndan talep eden başvurudur. Döğüşçü ölmelerine sebepse, hayvansever de aynı çizgide kalmış olmuyor mu? Bu davranışlar karşısında isyan etmemek elde değil. Görevimizin yaşatmak olduğu çoktan unutulmuş.
Acaba bu kişiler hayvan sevmezin koyduğu kurallara uyarak yetkililere yaklaşmak mı isterler, beklentileri nedir diye sormak akla geliyor.

Türkiye´de hayvan haklarının korunmasında kamu kurumları, yerel yönetimler yeterince duyarlı mı?
- İnsan icadı olan bu soyut hak kavramını insanlar hemcinslerine karşı ne kadar uyguluyorlar diye sormak isterim.Toplumu oluşturan insanlar. Kamu kurumlarında, yerel yönetimlerin bünyesinde de aynı toplumun insanları var. Özellikle yerel yönetimlerin hayvan haklarının korunması çabası, oy verenden beklentisinin önüne hiçbir zaman geçmemiştir, geçemez de. Sürdürülen sadece bir aldatmacadır. Hakların korunabilmesi için bence, toplumun düşünce yapısının kökten değişmesi gerekiyor.

Basında hayvanlarla ilgili konulara yeterince yer veriliyor mu?
- Basının genel tavrı, yayınlanacak konu sıkıntısı olan bir günde elinde hayvanlarla ilgili bir haber varsa onu baskıya verip boşluğu doldurmaktan yanadır. Bunun dışında sadece sansasyon yaratan, magazin değeri olan haberleri yayınlarlar. Genel olarak gazeteciden, toplumdan farklı bir duyarlılık bekleyemeyiz. Kaldı ki bazı yetkili birim ve kişileri rencide edecek haberlerin özellikle yayınlanmadığını biliyorum.


Sayın Aksoy, Sokak hayvanları ile ilgili genel düşünceniz nedir? Onlarla bire bir ilgileniyor musunuz?
ok zor durumdalar. Sürekli kovalanıyorlar, aç susuz kalıyorlar, taşlanıyorlar, öldürülüyorlar. Hayvan sever kişi ve kuruluşların baskısıyla belediyeler onları ölümüne yakalıyor, yakalama ve ameliyat işleminden sağ çıkanları ise genelde alışık oldukları kendi sokaklarına değil, farklı uzak muhitlere, çokça da ormanlara terk ediyorlar. Aynı uygulamayı bir zamanların epey popüler bir derneği de yapardı. Sokaklardaki hayvanlarımıza bu kötü kaderi ya da sonu hazırlayan, bu uygulamayı teşvik eden hayvan severler hayvanlara çektirilen eziyetlerden, ölümlerinden sorumludurlar.Bu zamanda hayvan severin yapacağı tek şey, mümkün olduğunca çok hayvanı evine, bahçesine alıp belediye tarafından yakalanmalarını önlemektir. Moda tabiriyle bu istifçilik filan değil, yaşatmanın zorunluluğudur. Geçici barınaklara giderek belediyelere destekçi olmak, oralardan sahiplendirmelere çalışmak iş değildir. Hayvanların sokaktan doğrudan evlere alınmaları gerekir. Her hayvan severim diyenin belediyelerden önce davranması şarttır. Ancak hayvan kurtarıyoruz diyerek gereksiz ve zamansız müdahaleleri, olur olmaz yerlerde uzman olmayanlara yaptırmalarının sonucu çoğu zaman ölümle sonlanıyor.Yeterli bilgi, geniş açılı bir bakış sahibi olmayanların hayvanlardan uzak durmalarında yarar var. Kendi çevremde barınacak yeri, hamisi olmayan hayvanlara yıllardan beri tüm saldırılara göğüs gererek her gün muntazaman olarak yemek dağıtır, şimdi ise dağıttırırım. Bir gece yemek dağıtımına kızımla birlikte çıktığımızda tenha arazide saldırıya uğradık. O zamandan sonra yemek dağıtımını hiç aksatmadan başka birine yaptırıyorum. Yıllar önce civar ormanlarına da beslemeye gider, vurulanları tedaviye götürürdüm. Şimdiyse evdeki nüfus yoğunluğundan ötürü ormanlara gidecek zamanım ve gücüm kalmadı.

Türkiyedeki hayvan geçici bakımevleri hakkında fikriniz var mı? Hiç ziyaret ettiniz mi?
-Bu yerlere bakımevi değil temerküz/ölüm kampı demek daha doğru olur.Oradaki elemanların gaddarlığını, veterinerlerinin yetersizliğini, aldırmazlığını, hayvanlara çektirilen eziyeti biliyorum. Ameliyat sonrası anasteziden henüz çıkmamış hayvanların buz gibi havada ıslak fayansların üzerine üst üste atılmalarını, aynı koğuşta yaşayanların dehşetli bakışlarla dikişleri açılmış kanlar içindeki ölü arkadaşlarını izlemelerini, korkudan köşelere sinip kımıltısız dönüp kalanları..Hayatını sürdürebilecekken vakitsiz ölenleri, öldürülenleri, ameliyat edilmemesi gereken hasta ve yaşlıların ameliyata alınmalarını.. ve uyardığımız veterinerlerin yerlerinden kımıldamamalarını..ve daha birçok şeyi gördüm. Buraları hayvan sever destekli ölüm kamplarıdır. Bu uygulamayla yapılan bir kırımdır. Destekçileri ise egoları baskın hayvan severlerdir. çok acı..Tabii bu gibi yerlerde çalışmakta olan veterinerlerin de hayvana karşı sorumluluğunu göz ardı etmemek gerekir. Yetersiz şartlarda hayvanlara müdahalelerde bulunmaları hekimlik etiğine aykırıdır..Ama amaç hayvanları yaşatmak olmadığından meslek kuruluşlarının duruma müdahalesini de elbet hiç görmedik, duymadık, ummuyoruz..

Hayvan Hakları Koruma Yasası hakkındaki görüşünüz?
-1987 yılında derneğimizin kuruluşu henüz gerçekleşmeden yapılan toplantılarımızda Dr. İsmet Sungurbeye bir hayvan koruma yasasının gerekliliğini anlattım ve katkısını rica ettim. Ama gelişmeler umduğumuz gibi olmadı. Ve bugünkü hayvan koruma yasasını incelediğimde satır aralarına hayvanları ölüme götürmeye olanak sağlayan birçok maddenin kurnazca gizlendiğini, hayvanların ve hayvan severin tuzağa düşürüldüğünü görüyorum ve bu aleyhteki durumu öngörmediğim, yıllarca bir koruma yasasının gerekliliğini savunduğum için pişmanlık duyuyorum. Toplum henüz koruma kavramına yabancı.

Türkiye gibi insan haklarının sıkça ihlal edildiği bir ülkede hayvan haklarının savunulmasının önemi nedir?
-Tüm hak ihlalleri insanlar tarafından yapılmakta. Bu yüzden yeryüzünde birkaç yüzyıl sonra hala hakları korunacak birkaç hayvan kalması ihtimalini göz önünde bulundurup, bıkmadan hak kavramının tek taraflı çalıştırılamayacağını işlemeye devam etmemiz lazım. Tabii insandaki düşünce yapısının değişmesi şartıyla hak kavramı da geliştirilebilecek.

Basında çokça karşımıza çıkan bazı köşe yazarlarının, yayın yönetmenlerinin, iş adamlarının, ‘‘ben avlanırken’’ diye başlayan avlanma anılarını okuyoruz. Filanca hayvanı nasıl vurduğunu ballandırarak anlatmalarını ve vurduğu hayvanın üzerinde böbürlenerek çektirdiği hatıra fotoğraflarını görüyoruz. Siz bir dernek başkanı ve gerçek bir hayvan hakları savunucusu olarak bu konuyla ilgili ne söylemek istersiniz?
-İnsanlığın bugün vardığı yerde birkaç kabile dışında beslenme amacıyla avlanma ihtiyacı çoktan ortadan kalkmıştır.Maddi durumu en iyi olandan en fakir olana kadar tüm avlananlar, hayvan öldürerek kişilik sorunlarını kendilerine karşı örtmeye çalışıyorlar. çevrelerine karşı güçlü görünme çabası içindeler. Avcılar rahatsız kişilerdir.Avcılık ve avlanma çok geniş işlenmesi gereken bir konu olduğundan şimdilik bu kadarla yetinmek istedim. Avlanmak cinayet, avcı katildir.

Sirkler, hayvanat bahçeleri, et endüstrisi, sokak hayvanlarına yönelik şiddet... Türkiyede hayvanlara uygulanan şiddetle ilgili bilgiler yeterince gerekli yerlere ulaştırılabiliyor mu?
-Sirklerde eğitim adına hayvanlara çektirilen eziyetleri onaylamak mümkün değil. Ama günümüzde gelişen teknolojik olanaklar sayesinde sirkler işlevlerini kaybetmeye mahkumdur. Hayvanat bahçeleri seyirlik birer vitrin gibi ele alınmadığında, doğal ortamında yaşaması veya oraya geri dönmesi mümkün olmayan hayvanlar ve doğal ortamı tahrip edilmiş hayvanlar için soylarını sürdürebilmelerini sağlayan gerçek sığınaklar olabilirler. Doğal alanların yapay modellerinin aynen uygulanması şartıyla.. Ama o bahçede soy geliştirme amacı güdülüyorsa, hastalar ve yaşlılar göz önünden kaldırılıp öldürülüyorsa, hayvanlar deneyimsiz ve cahil elemanlara muhtaç ediliyorlarsa, uygunsuz yerlere dolduruluyorlarsa o bahçelerin kapatılmasını, o yerde yaşamaya alışmış hayvanları düşünerek yine de öneremiyorum, ancak şartların düzeltilmesini isterim..

Doğadan sırf teşhir için hayvan yakalanıp hayvanat bahçelerine kapatılmasına karşıyım. Kısaca mevcutlar ve bahçede doğanlar iyi şartlarda korunsun, yeni hayvanlar alınmasın. İstanbulda 3. köprü inşaatı için ormanlar kesiliyor. Orda yaşamakta olan hayvanların gidecek yerleri yok. Ya otoyolda ezilerek veya açlıktan ölecekler. Bu gibi durumlarda kesinlikle ava kapalı koruma alanları oluşturulması lazım. İnsanların uğradığı şiddet, gereken tepkiyi göremediği, kanıksandığı sürece , hayvanlara karşı uygulanan şiddet de gerekli tepkiyi görmeyecek..Hemcinsine karşı zorbalık, şiddet ve korkutarak isteklerini elde etmeye alışmış bir toplum hayvana karşı duyarlı olamaz.

Hayvana uygulanan şiddetin, kadın ve çocuğa uygulanan şiddette etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
-Bunu düşünmüyorum. Şiddet göstermek edinilmiş bir alışkanlıktır, her şeyi kapsar. Hayvana uygulanan şiddet genelde çocuğun yaşadığı çevrenin de teşvikiyle ya da göz yummasıyla bir pratik olarak görülmekte. Babasını şiddet uygularken gören, annesinin kavgasına tanıklık eden bir çocuk bunları taklit etmeye başlar. Bir çocuğun yakın çevresi bunu bilse de nihayet hayvandır, çocuğumdan kıymetli mi der geçer..Giderek çocukta bir davranış modeli olarak şiddet yerleşir.Şiddete meyli olanlar hayatlarının her aşamasında her şeye karşı bu davranışlarını sürdürürler.


Kişinin kendinden farklı varlıklara karşı şiddet uygulamaktan çekinmediğini görüyoruz. örn. karşıyı daha iyi görebilmek için hunharca budanan hatta kesilen ağaçlar, yemek için kesilen hayvanlar, sözde tıbbın gelişmesi amacıyla acılarına aldırmadan kullanılan hayvanlar..Ve bunları yapanlar belki yakın ilişkide olduğumuz insanlar.. Bu yapılanların tamamı insanın diğer canlıları ötekileştirmesinin sonucu. Ama ne yazık ki biz bunları yapanları hala ötekileştiremiyoruz. Osmanlıda cellatların kimlikleri, yaptıkları işin korkunçluğu fark edildiğinden mezarlarında bile meçhul bırakılırmış. Şimdi ise bu işleri yapanlar açık alınla yanımızda bulunuyorlar, üstelik yaptıklarını iftiharla savunarak...



Ece BİLGİN
Kaynak: Sakarya Gazetesi

Hayvan dostu gazeteci Ece Bilgin'in tüm yazılarına ulaşmak için: http://www.sakaryagazetesi.com.tr/yazar_haber.asp?yazar=15#yazar

0 yorum:

Yorum Gönder